Bütün bilim dalları alanlarında derinleştikçe, edinilen yeni bilgilere paralel olarak branşlaşmalar artmakta ve iyice dallanıp budaklanan literatüre yeni yeni isim ve kavramlar eklenmektedir.
İlgi alanımda olan “diaspora” kavramında da bunu gözlemekteyim. Son bir kaç on yılda kavramın hem içeriği değişti, hem alt başlıklara ayrıldı. 20 yıl önce sadece sürgündeki Yahudilere mahsus kullanılan kavram, şimdilerde anayurdu dışında yaşayan bütün topluluklar için kullanılır hale geldi.
Diasporalar akademi mensuplarınca pek çok cephesiyle incelenmektedir: kimlik ve pasaport sorunları, ikamet, eğitim, dayanışma, kaynak temini, göç yolları, örgütlenmeleri, ne olacakları, v.b. gibi.  Siyasetle kurdukları ilişkiler de bu çalışma alanlarından birisi.
***
DİASPORA SİYASETİNİN ÜÇ BOYUTU
Bazı akademisyenler diaspora mensuplarının siyasi angajmanlarını üç başlıkta tasnif ediyor: Ürettikleri literatürde anavatana yönelik yürütülen siyasi çalışmalara “diaspora siyaseti”, yaşadıkları ülkelerde kendi sorunlarına yönelik siyasi faaliyetlere “göçmen siyaseti”, göçmenlerin ev sahibi ülkenin ana akım siyasetine dahil olmalarına da "siyasi katılım" adını veriyorlar.
Tasnif edilmesi olumlu, fakat isimlendirilmeler içerikleriyle pek uyumlu olmamış doğrusu. Yukarıdaki sırayla yazacak olursak “Diasporanın Anavatan Siyaseti”, “Diasporanın Kimlik Siyaseti” ve “Diasporanın Ana Akım Siyasete Katılımı” denilse, isimler içeriğiyle tam örtüşecek halbuki.
Birkere “diaspora siyaseti” hepsini kapsayan bir üst başlık olmaya yaraşır. Zaten diasporanın siyasi yönelimi üç başlığa bölünüp, “diaspora siyaseti” kavramı bir alt başlık için kullanılırsa, ana başlığı daha iyi ifade edecek yeni bir kavram ihdas etmek gerekir ki daha kapsayıcı ne diyebiliriz?
Sonra, “siyasi katılım” da diğer iki başlık içersinde kullanımına ihtiyaç duyulabilecek bir kavram.
Ayrıca diğer başlıktaki sürgün mağduriyetini tahfif eden “göçmen” tanımlaması da bu acıyı çekmiş halklara pek sempatik gelmeyeceğinden yerinde bir tercih değil.
Bu nedenlerle biz bu makalemizde meramımızı doğrudan ifade edecek isimlendirmeleri kullanacağız.
***
DİASPORALARIN SİYASET YAPMASINA KARŞI OLANLAR
Diaspora ve siyaset kavramlarının yanyana kullanılmasının bazı kesimleri rahatsız edeceğinin farkındayız.
Kendisini evsahibi konumunda gören insanların bir kısmı korkuyla; bir kısmı da ırkçı reflekslerle diasporaların siyasi girişimlerine olumsuz tavır alıyorlar. Korkan kesimler bu tür siyasi girişimlerin -yani "Anavatan siyaseti" ve "kimlik siyaseti"nin- siyasi entegrasyonu engelleyeceği veya yavaşlatacağı, ikamet edilen ülkeye bağlılıkta eksiklik doğuracağı, bölücü bir unsura dönüşeceği veya beşinci kol faaliyetlerine kapı arayabileceği gibi evhamlar besliyorlar.
Diğer ırkçı ve asimilasyoncu kesimler ise zaten homojen bir nüfustan başka hayalleri olmadığı için farklı kimliklerin ülkelerinde geçici bile olsa bulunmasını hazmedemiyor; hattâ “yabancı” vurgusunu öne çıkarıp, dördüncü, beşinci nesillere bile “kapıyı gösterebilecek” kadar küstahlaşabiliyorlar.
Halbuki sağlıklı bir şekilde düşünebilseler kendi kendilerine problem üretip boşyere başlarını ağrıttıklarının farkına varacaklar. Dünyanın her yerinde sorunu olan toplum kesimlerinin merkezi idareden problemlerine çözüm isteme ve bunun için siyaset geliştirme hakları vardır. Bunun artık sindirilmesi, tartışılmaması gerekir.
Ayrıca aklımıza gelebilecek her türlü girişimde iyilik ve kötülük potansiyeli vardır. “Kötüye evrilebilir” diye bütün iyi niyetli girişimlerin önünü kesmek doğru mu? Medeni toplumlar yanlışlar için müeyyideler geliştirir ve gerektiğinde onları uygularlar. “Okullar olmasaydı Milli Eğitim’i ne kadar iyi yönetirdim” mantığının artık bu yüzyılda yeri olmamalı.
Ayrıca siyasetin, sorunlarına çözüm talep edenleri legal alanda tuttuğu unutulmamalıdır. Şayet siyasetin önü tıkanırsa, insanlar fikirlerinden vaz geçmeyeceklerine göre -bazıları geri dursa dahi- bir kısmı illegal alana kayabilir. Nitekim PKK böyle ortaya çıkmadı mı?
Onun için, bu hazımsız kesimlerin “gerilim üretse dahi siyasetin daima en iyi seçenek olduğunu” artık idrak etmeleri gerekir.
***
K. KAFKASYA HALKLARI ve SİYASET
Diasporaların siyasetle ilgilenmesinin gerekli ve meşru olduğuna dair düşüncelerimizi bu şekilde belirttikten sonra subjektif bir boyuta geçerek Kuzey Kafkasyalıların siyasetle ilişkilerine bakalım...
K. Kafkasya diasporasının sürgünle gelen birinci ve ikinci nesilleri anavatan siyasetiyle çok yakından ilgilenirken,[1] sonrasında meydana gelen rejim değişikliği (cumhuriyete geçiş), yaşanan iç savaş ve yurt içi sürgün, doğudaki katliamlar ile ardından 1950’ye kadar süren ve devlet tarafından uygulanan ağır asimilasyon politikaları sonucu azınlıklar sindirilmiş (Kürtler hariç) ve apolitikleşmeye zorlanmıştır. Bu yokluklar ve baskılar döneminde öz bilinci dumura uğrayan Çerkesler, sistemin gayretleriyle Türkiye’nin ana akım siyasetine entegre edilmişlerdir.
Hattâ anavatanda Bolşevik devrimi sonrasında ortaya çıkan şartlarda verilen bağımsızlık mücadelesinde pişmiş, eğitimli, heyacanlı, yetkin siyasi kadrolar mücadelenin kaybedilmesi sonucu 1921 yılında Türkiye’ye gelmiş; fakat onların “anavatanın özgürleşmesi siyasetine” dahi tahammül edilemeyerek yasaklar konulmuştur. Ve bu kadrolardan Türkiye’de kalanlar apolitik olmaya zorlanırken, buna rıza göstermeyenler de Türkiye’yi terk etmiştir.
1950’de çok partili sisteme geçildiği dönemlerde, nesiller arası aktarımın koptuğunu, anavatanlarından sonra dil ve kültür sermayelerinin de ellerinden kaydığını gören 1921 göçmenlerinin de dahil olduğu bazı duyarlı insanlar 1951 yılından itibaren “hiç olmazsa dil ve kültürlerine sahip çıkabilmek için” dernek, lokal gibi kurumlar oluşturmaya başlamışlardır. Böylece diaspora mensuplarının bir kısmı belli çatılar altında birleşmiştir. Buralarda anavatana yönelik bir takım siyasi değerlendirmeler yapılıyor olsa dahi, bu fikirler ne tüm kurum üyelerini kapsamış, ne de buralardan öncü bir siyasi yapılanma çıkmıştır.
Bu süreçte kitle, siyaset olarak önlerindeki tek seçenek olan ana akım partilere entegre olmuştur. CHP-DP, CHP-AP, SHP-ANAP, CHP-AK Parti çekişmesinde farklı bir fikirle mücadele ettiklerini sanan tarafların tamamı farkına varmadan “Kemalist tornadan” geçmiştir. CHP, DP, AP, SHP zaten Kemalist genlerin ürünü iken; ANAP ve AK Parti de Kemalist maske olmadan önünü açamamış, dolayısıyla hepsinin kitleleri Kemalist ideoloji tarafından inisiye edilmiştir.
Bu süreçte Çerkeslerin öz kimliklerine duyarlılıkları cenaze takip ritüelleri ve eğlence kültürüne hapsolarak folklorik düzeye inmiştir.
Yani toplumun ulusal varlıklığını koruma bilinci tamamen buharlaşmıştır.
***
 
KEMALİST İNİSİYATİFİN GERİLETİLMESİ İLE DOĞAN FIRSATLAR
Sovyetlerin dağılmasını müteakip 90’lı yıllardaki Gürcü-Abhaz Savaşı, Rus-Çeçen savaşı ve anavatandan gelip gidenler diaspora üzerinde bir şok tesiri yaparak kendilerine köklerini hatırlattı. Bu dönemde ilgiler anavatan siyasetine ve orada gelişen olaylara yoğunlaştı.  2000’li yıllara işte bu atmosferde geldik.
Bu yüzyılın başında Türkiye siyaseti önemli bir kırılma yaşadı. Sistemi ellerinde tutanların bütün engellemelerine rağmen 2001 seçimlerini kazanarak ülke yönetimini ele geçiren AK Parti, bu durumu sindiremeyen Kemalistlerin kurdukları kumpasları atlatabilmek için bir karşı hamle yaparak, kendine kalkan olması için AB ile işbirliğine yöneldi. İşte bu yöneliş sonrası meydana gelen demokratik açılımlar, azınlıkta olan ve yokmuş muamelesi gören azınlık topluluklara kimliklerine sahip çıkma yönünde bir takım yasal izinler ve fiilen kullanımına göz yumulan bir takım fırsatlar sağladı. Bu gelişmeler yeni bir dönemin başlangıcı oldu diyebiliriz.
***
 
ÇERKESLER SİYASETE MERHABA DİYOR
Ülkenin ciddi bir çalkantı geçirdiği 2000’lerin ilk 10 yılında bazı Çerkesler de içi doldurulmamış bir “siyasallaşmak gerektiği” söylemleri dillendirir oldu. İçi doldurulmamış diyorum, çünkü siyasetten bahsediyorlardı ama nasıl olacaksa siyasetin öznesi olan devletle hiç bir surette ilişki kurmayacaklarını da söylüyorlardı. Yani olmayana ergi…
Bu süreçte “kimlik siyaseti” için değil de, 21 Mayıslar veya Kafkasya’da gelişen lokal olaylar gerekçe yapılarak “Anavatan siyaseti” için sokaklara çıkıldı. Bu anma ve protestolar pek yeterli olmasa da etrafında dikkate alınır bir kitle toplamayı başardı.
Yüzyılın ikinci 10 yılına girilirken demokratik açılım süreçlerinde Çerkeslerin de bir özne olarak dikkate alınmasını sağlamak için 2011 yılında  Çerkes Hakları İnisiyatifi kuruldu ve Türkiye’de ilk defa “anadilde eğitim” ve “anadilde Televizyon” talebiyle Çerkesler açık hava mitingleri düzenlediler. Evet, Çerkesler ilk defa sokağa çıkarak kendileri için bir şey istiyorlardı.
Aynı yıl başlayan başlayan Suriye iç savaşından kaçıp gelen Çerkesler’in de, kimliklerimizin üzerini kaplamış tozların bir kısmının temizlenmesinde faydası oldu.
Bu arada Ak Parti Kemalist direnci kırmış ve hakimiyetini tesis ederek, ordu, AYM, MGK, basın, iş adamları kulübü,… gibi güç odaklarını hizaya getirmişti. Artık AB’ne acil bir ihtiyacı kalmamıştı. Kürt hareketinin, açılım sürecini kendi zaferleri gibi lanse etmesi medyada yer alınca, bunun oluşturduğu kamuoyu tepkisi ve MHP’nin Ak Parti’ye dışarıdan verdiği “şartlı destek”  Demokratik Açılım Süreci’nin sununu getirdi. 
İşte kısmi özgürlüklerin elde edildiği, sonrasında sürecin tıkandığı bu aşamada, insan hakları bağlamında azınlık gruplarının varlıklarının korunması için devletin inisiyatif alması gerektiğini savunan, bu çerçevede siyaset yapacaklarını deklare eden ve ÇHİ öncülüğünde bir araya gelen bir grup duyarlı bir grup Çerkes bir araya gelerek 2014 yılı Ağustosu’nda Çoğulcu Demokrasi Partisi’ni kurdu.  Bu oldukça ileri ve beklenmedik adım Kafkas camiasında yeni bir şok dalgası ve hazımsızlık oluşturdu.
Ana akım siyasi partilerde Kemalizmle; diğer mecralarda ise farklı ideolojilerle narkozlanmış Çerkesler hemen feverana başladı. ÇDP kurucu kadrosunu, kimisi bölücülükle itham etti, kimisi etnik milliyetçilikle. Ama bu bir avuç kararlı insanı yıldıramadılar. Bütün dışlamalara, ihanet suçlamaları ve ithamlara sabırla cevap verilerek, endişelerin yersiz olduğu ifade edilerek, biraz geç de olsa ancak 10. yılında partinin varlığı diasporada kabul gördü.
Evet Çoğulcu Demokrasi Partisi böyle bir süreç sonrası bu ay 10 yaşını tamamladı.
Şimdi ikinci 10 yılda yapılması gereken, yatay siyasetle kitlelerin siyasallaşmasını, dolayısıyla partinin güçlenmesini sağlamak.
Bunun gerçekleştirebilmek için merkez kadrolara yeni katılımlar sağlanarak güçlü bir entelektüel faaliyette bulunulması, argümanların artırılması ve güçlendirilmesi, kitlenin öz bilincinin gelişmesine katkı sağlanarak en azından sandık başına gittiğinde ana akım siyasetten kopma iradesini gösterebilecek düzeye gelmesini sağlamak gerekiyor.
,,,
Geçmişimiz ve gelecek perspektifimiz böyle.
Sonrasında, görelim bakalım Mevla neyler…
 
 
[1]  Bu amaçla “Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti””, İstanbul'da Kafkasyalılar Arasında Neşr-i Maarif Cemiyeti”, “Kafkasya İstiklal Komitesi”, “Türkiye’deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi”, “Şimali Kafkasya Cemiyeti”, “Kafkas Teali Cemiyeti”, “Türk Sıhhi Misyonu’, "Türkiye'deki Kuzey Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi"… gibi cemiyetler kurdular.
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.