Şairin de mısralarında belirttiği üzre, gerçek aşk, çok yoğun duygularla yaşanır, ancak o duyguların tarifi oldukça karmaşıktır. Yaşadığın ve hissettiğin duyguları dillendirmek oldukça zordur. Her seven, sevdiğine mutlaka sorar " beni ne kadar seviyorsun..?" Şair'in bu soruya cevabı oldukça derin ve manidardır..


"Ah yar..! Bana sorardın aşkın tarifi nasıldı..? diye..
Gülerdim ben Mecnun'a sor diye 
Unuttum yar unuttum 
Leylada severmiş diye.
 Leyla sevmese Kays, Mecnun olmazdı diye..
Şimdi biliyorum aşkı ama tarife hacetim yok 
Aşkın tarifi düşünce dilime, gözyaşı yoldaş oluyor gözlerime,
Bu aşk hiç yalnız gezmez mi ? söyle..!
Gözyaşından başka yoldaşı yok mu?
Neden bu beraberlik böyle..?"

Evet, aşk şudur diyebileceğimiz kesin ve sabit bir tanımı yoktur. Zira her birey kendince yaşar ve tanımlar aşk'ı. Bilinen en yaygın tanımlama "midede kelebeklerin uçuştuğu, kalp ritminin hızlandığı ve uykularının kaçtıģına dairdir.

Çocukluğumuzdan beri anlatıla gelen aşk efsaneleri "Kays'ın, Leyla'nın aşkından Mecnun olup çöllere düşmesi, Ferhat'ın, Şirin için dağları delmesi, aşkın ateşiyle yanarak külleri birbirine kavuşan Aslı ile Kerem, yine aşk acısıyla zindan da ölerek kavuştukları anlatılan Mem ile Zin hikayeleri" bu hikayelerin her birinde sevdiği kişi ve aşkı uğruna ölümü göze alan efsanevi aşıklardan bahsedilir..


Günümüzde aşk ise oldukça yüzeysel ve maalesef ki, manevi duygulardan ziyade maddesel doyum arayışındadır. Aşkın yoğunluğunu ve büyüklüğünü mağaza vitrinleri ve mülkiyet çokluğu desteklemektedir. 

Gelişen teknolojinin, sosyal medya, yazılı ve görsel basında ki maddiyatta pahalı ve maneviyatta bedava   (bence.. ahlâk dışı olan..!) normalleştirilen, meşrulaştırılan büyük yaş farkları olan iki tarafın yaşadığı (magazinsel ) sözde aşkların da etkisiyle aleni bir şekilde ortalığa dökülen aşk furyası. Bu durumu fırsat bilip, özellikle yılbaşlarında, sevgililer gününde, bayramlarda v.s..bu durumdan büyük rant sağlayan sevgi ve aşk tacirleri..
Zamanında efsanelere konu olan ve tek besin kaynağı, doyum noktası sevgi olan aşk, günümüzde sevgiden ayrıştırılmış, başkalaştırılmış ve hatta sevgi ötekileştirilmiştir. Sorsan bunu kimse kabul etmez, herkes çok seviyor partnerini, büyük bir aşkla bağlı ona. Ancak "yarın ki buluşmamızda beni hangi mekana götürecek? acaba nasıl bir hediye aldı? Arabası çok güzel..! Şehrin batı tarafında oturuyor..! Maaşı ne kadar acaba..? gibi soruların cevapları ve düşünceler aşkın asıl besin kaynağı durumundadır günümüzde..

Oysa gerçek aşk sevgi kaynaklı olmalıdır ki sürekliliği olsun. Çok kişiye göre aşk; bir anda, hiç hesapta yokken, öylece, lambur lumbur gelir girer hayatına. Erosun okunu fırlattığı o an, bir bakışına, bir gülüşüne, bir hareketine kapılır, bir iki ruhunu okşayan kelâmıyla bodoslama dalarsın aşkın girdabına. Mantığını egale eder o an, sol yanın..Dünya sadece ikiniz için vardır adeta, ondan başka kimseyi görmez, duymazsın..Gece onun hayaliyle uyur, sabah yüzünde illegal bir tebessümle uyanırsın. Aklına ilk gelen yine odur. Ve o ilk etkileşim.

Bu durumun sende böyle etki bırakması normaldir. Öyleya daha yirmili yaşlardasın. Hormonların deli fişek zamanları. Fiziksel etkileşimin, duygularını ve mantığını rahatlıkla istila edebildiği dönem..Sana küçük bir uyarı, bu muzzam dönemin kısa bir sureci kapsayacaktır. Belli bir noktadan sonra bu hissettiklerinden zerre kalmayacak sende. Tanımaya başlayacaksın zamanla..İtici gelmeye başlayacak sana, çünkü hormonların amacına ulaşmıştır, yada karşı tarafın kuralları doğrultusunda asla hedefe ulaşamayacağını idrak etmişsindir. Mantığın hormonlarını ters köşe yapmıştır işte..

Yıllardır tanıdığın, sıkça buluşup sohbet ettiğin, caddelerde, kırlarda, bayırlarda dolaştığın, zaman zaman eleştirip kızdığın, çoğunlukla takdir ettiğin kanka deyip hemcinsinmişcesine tavırlar sergilediğin o arkadaşınla aşk yaşadığını düşünsene. Hayata dair deli dolu, uçarı, sevgi kaynaklı, her bir hareketinin ne manâ taşıdığını bildiğin..Güvendiğin, özlediğin, yanındayken sen olabildiğin..Lüks ve marka mekânlardan ziyade bir saçak altı kahvehanesinde sıcacık bir bardak çay ve ortadan ikiye bölünmüş bir simit eşliğinde yapılan sıcacık, doğal, samimi sohbeti. Nasıl da doyumsuz bir hazdır..! Değil mi..?

Yani sözüm ona ki; gençlik dönemlerinde hoyratca harcayabileceğin vaktin fazla olduğundan olsa gerek, manevi duygulardan ziyade, fiziksel etkileşimin ağırlıklı olduğu adına aşk denen ama aslında arzu ve isteklerden öteye gidemeyen durumlardır yaşanılan. 
Oysa yaş ilerledikçe ve her nefeste yavaş yavaş geçiyormuş gibi görülen ancak "an" kadar hızlı geçen yıllar boyunca edinilen tecrübelerden olsa gerek, yaşlandıkça temelinde sevgi olan aşk'a ihtiyaç duyuyor insan. Çünkü fiziksel yorgunluk ve tükenmişlik duygusu ve gerçeği yalnızlaştırıyor insanı. Aşk'a aşık oluyor da insan, hoyratça kullanıp gerilerde bıraktığı geçmişin enkazında bıraktığını o an anlıyor AŞK'I..Eski bir taş plakta ki, hüzzam şarkılarda arıyor umutsuzca..

AŞK OLSUN YOLUNUZ..AŞK'LA DOLSUN ÖMRÜNÜZ..SEVGİYLE..
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner104